Bismillahirrahmanirrahim
Eid al-Fitr – Ramazan Bayramı namazı: Adab ve Sünnet:
1. Namaz’a çıkmadan önce yıkanmak (Gusul almak):
“Abdullah bin Ömer radiyallahu anh Ramazan Bayramı’nda namaza çıkmadan önce yıkanırdı”
İmam Nevevi rahimehullah bayram namazı için yıkanmanın müstehap olmasında alimlerin ittifakı mevcuttur.
Cuma günü ve benzeri durumlarda yıkanmanın müstehap olmasını gerektiren sebep bayramda da mevcuttur hatta bayramda daha gerekli gözükmektedir.
- Hurma yemesi:
Sünnetlerden birisi fıtır bayramı namazına çıkmadan birkaç hurma yemesi zira Enes bin Malik’ten rivayet edildiğine göre “Rasulullah sallallahu sellem aleyhi ve vitir sayısında hurma yemeden fıtır (Ramazan) bayramına çıkmazdı.”
Bugünde yemek yemenin müstehap olmasının sebebi; bugün içinde kesin bir şekilde oruç tutmaktan sakındırmak olup orucun bittiğini hissettirmektir.
- Bayram günlerinde tekbir getirmek:
Tekbir getirmek büyük sünnetlerdendir. Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır: “Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.
Velid bin Müslim şöyle dedi: Evzai ve Malik Bin Enes’e bayramlarda açıkça tekbir getirmeyi sorudum, şöyle cevap verdiler: Evet Abdullah bin Ömer Fıtır (Ramazan) bayramında imam çıkıncaya kadar açıkça tekbir getirirdi. Ebu Abdurrahman el selemi şöyle demiştir: “Fıtır bayramında (tekbirleri) Kurban Bayramından daha sesli getirirlerdi”
El dar kutni ve başkası İbn Ömer’in Musallaya (Bayram namazı kılınacak yer) gelinceye kadar tekbirleri açıkça getirirdi daha sonra imam minbere çıkıncaya kadar devam ederdi.
- Kutlamak:
Sözcükler ne olursa olsun insanların karşılıklı olarak bayramı kutlamaları bayramın adaplarındandır örnek: “Allah bizden ve sizden kabul etsin”, “bayramınız mübarek olsun” ve buna benzer mübah kutlamalarla yapılabilir.
Cubeyr bin Nefir: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sahabeleri bayram günlerinde karşılaştıklarında birbirlerine şöyle derlerdi: “Allah bizden ve sizden kabul etsin” İbn hacer: bu hadisin isnadı hasendir demiştir.
Sahabeler de kutlama biliniyordu, İmam A hmet ve başka alimler bu konuda ruhsat vermişler.
Şüphesiz kutlamalar güzel ahlak ve Müslümanlar arasında güzel sosyal olgulardandır.
Bu konuda en az söylenecek şey şudur: seni bayramla kutlayanı kutla, karşındaki susarsa sende susarsın. İmam Ahmed rahimehullah şöyle dedi: eğer biri beni kutlarsa cevap veririm aksi takdirse kutlamaya ben başlamam.
- Bayramlara süslenmek ve güzel elbiseler giymek:
Abdullah bin Ömer radiyallahu anhudan rivayet edildiğine göre Ömer radiyallahu anh çarşıda satılan bir ipek cübbe alıp Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e: Ey Allah’ın Rasulü! Bunu alın bayrama ve dışardan gelen heyetleri karşılamak için kullanın. Bunun üzerine Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem: “bu ancak ahirette nasibi olmayanların elbisesidir…” Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bayrama süslenmeyi ikrar etti ancak cübbe ipekten olduğu için kabul etmedi.
Cabir bin Abdullah radiyallahu anhu şöyle dedi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in iki bayram ve Cuma günlerinde giydiği bir cübbesi vardı:”
Beyhaki sahih senetle İbn Ömer’in Bayram günlerinde en güzel elbisesini giydiğini rivayet etmiştir.
Şüphesiz Müslüman bayrama en güzel elbisesiyle çıkar. Kadınlar ise çıktıklarında süslemelerden kaçınırlar çünkü adamlara süslerini göstermeleri yasaklıdır. Aynı şekilde çıkmak isteyen kadın koku sürünmesi haramdır, çünkü o sadece ibadet için çıkmıştır.
- Namaz’a bir yoldan gidip başka bir yoldan geri dönmek:
Cabir bin Abdullah radiyallahu anhume şöyle dedi: Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bayram günü olduğunda yolu değiştirirdi.
Bundan hikmet her iki yolunda kıyamet gününde ona şahitlik etmeleri için olduğu söylenmiştir. Zira yeryüzü onun üzerinde gerçekleşen hayır ve şer olayları anlatacaktır.
Bazıları: her iki yolda İslam’ın şiarını göstermek içindir, demişler.
Bazıları: beraberinde kalabalığı göstermek için Münafık ve Yahudileri öfkelendirmek.
Başka bir görüşte; insanların ilim, fetva, sadaka, akraba ziyareti gibi ihtiyaçları gidermek için olduğu söylenmiştir.
BAYRAMLAR SADECE TATİL VE EĞLENCE GÜNLERİ DEĞİLDİR!
Gerçek bayram, Hakk’ın bizden râzı olmasıdır. Bunun içindir ki, bilhassa o sevinç günlerinde yetim, kimsesiz, fakir ve muhtaçları sevindirelim ki, ilâhî rahmet ve merhamet tecellîlerinden nasîb alabilelim. Zîrâ:
“Sizler yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin.” buyrulmuştur.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 58)
Unutmayalım ki bayramlar, aslâ tâtil ve eğlence gibi ferdî mutluluk günleri değildir. İnsan tek başına, ferdî olarak bayram yapamaz. Yâni tek başına bir bayram namazı, tek başına bir bayramlaşma tasavvur olunamayacağı gibi, sırf kendi şahsının veya kendi âilesinin mutluluğuna hasredilmiş bir bayram da düşünülemez. Bilâkis bayramlar, sıla-i rahimde bulunmak, geçmişlerimizi hayırlarla yâd edip ruhlarını şâd etmek, îman kardeşliğini cemiyet planında yaşatmak gibi nice mükellefiyetlerimizin edâsına vesîle olan, bütün toplumu kucaklayıcı ibâdet günleridir.
Rabbimiz, yapmış olduğumuz ve yapacağımız ibâdet ve amel-i sâlihleri kabul buyursun. Âmîn…
Bismillâhirrahmânirrahîm
Ramazan Bayramı Hutbesi
Şeyh Lokman Efendi Hazretleri
Ramazan Bayramı Hutbesi 1 Şevval 1440
4 Haziran, 2019 :
Ya Eyyuhel Muminun! Ey İman Edenler! Elhamdülillah ve Şükrü lillah tüm övgüler Allah’a’dır, tüm şükürler Allah’a’dır! Tüm mutluluk ve minnet Allah’a’dır.
Ramazan Bayramınız Mübarek olsun! Bugün Ramazan Bayramı günüdür. Bugün saflığa dönüş günüdür. Bugün inşaAllah er-Rahman asli tabiatımıza dönme günüdür.
Bugün asli evimiz, Cennet’e dönüş için adım atma günüdür.
Ayların Sultanı, Şehrus Siyam, Şehru Rahmet, Şehru Gufran, Şehru Ramazan bizi ziyaret etti, bizi şereflendirdi ve bize huzur verdi. Şimdi ise aramızdan ayrıldı. Ömrümüzün geri kalanını Ramazan’da itaatle geçen bir nefesin şükrü için harcasak Rabbimiz’e hakkıyla teşekkür edemeyiz.
Ey İman Edenler! Bugün Ramazan’da Rableri’nin rızasını çekenler için bir kutlama günüdür.
Ancak Ramazan’da kibir, inat, kin ve öfkede ısrar edenlere bir hüzün günü olmalı.
Allah bizi affetsin ve bugünümüzü bir sevinç günü eylesin. Hz. Ali el-Murteza (KV) Bayram Gününde şöyle derdi… Siz Hutbeye çıkıp tek yaptığı şey bize fırça atmak demeden önce şunu söyleyeyim. Bu 1400 yıl önce Hz. Ali (KV)’in söylediği sözdür, O’na inanıyor, O’nu seviyorsanız alın.
Bayram Günü şöyle derdi: Nerede o kazanan, onu tebrik edeyim… Ve kaybeden nerede, ona taziyelerimi sunayım… Ey Kazanan kişi seni tebrik ederim Ey kaybeden, felaket anında Allah sana kolaylık versin! Bu Bayram bizim için müjde zamanı olsun. İyi geçirmediysek de Allah’ın bizi affedip, gelecek Ramazanımız’ı daha iyi etmesini diliyoruz ve bu Ramazan’ın kazananlarından sayılmayı diliyoruz. İyi haberler, Bayram Gününde iyi kullara geliyor. Hz. İbn Abbas (RA), Peygamber Efendimiz’in (ASV) sevgili amcası diyor ki: Fahri Alem (ASV) şöyle demiştir; Ramazan Ayı sona erdiğinde ve iftar gecesi geldiğinde O geceye ödüller gecesi denir. Ramazan Bayram sabahının erken saatlerinde ise dünyanın tüm belde ve şehirlerini ziyaret etmek üzere kullarını gönderir.
Yeryüzüne vardıklarında her çıkışın girişine ve her geçite giderler. Sonra da insan ve cinlerin haricinde herkesin duyduğu bir ses şu çağrıda bulunur: “Ya Ümmeti Muhammed (ASV), Şanlı ve Cömert Bir Rabbin huzuruna geliniz. Size hediye ve lütuflarda bulunup korkunç günahlarınızı affetsin. Müminler Bayram Namazı alanına geldiklerinde Allah meleklere şöyle der: “Ey Meleklerim!” Melekler, “Lebbeyk ve Sa’deyk” diye cevap verirler. Allah da, “İşini tamamlayan işçinin mükafatı nedir?” Melekler şöyle cevap verir: “Ey Allah’ımız, Ey Seyyidimiz, Ey Mevlamız, Sen onun ücretini tam ödersin!” Celil Olan Allah da şöyle der: “Ey Meleklerim sizler şahit olun ki Ramazan boyunca tuttukları oruç ve kiyamlarının mükafatı olarak onlara Kabul ve Mağfiretimi ihsan ediyorum.”
Sonra Allah (SVT) şöyle buyuracak: “Ey Benim kullarım, şimdi Ben’den dilediğinizi isteyin, Azametim ve Kudretim üzerine yemin ederim ki bu meclisinizde Ahiretinizle ilgili benden ne dilerse size bahşedeceğim. Esfel olan dünya ile ilgili Ben’den ne dilerseniz ihtiyacınızı gidereceğim.
Azametim ve Kudretim üzerine yemin ederim ki, siz yaptıklarınızın farkında oldukça ve elinizden geldiğince hoşnutsuzluğumdan uzak durdukça yaptığınız yanlışları affedeceğim.
Azametim ve Kudretim üzerine yemin olsun ki sınırlarıma riayet edenleri utandırmayacağım ve onları rezil etmeyeceğim. Şimdi affedildiğinizi bilerek buradan ayrılabilirsiniz. Benim kabulüm ve rızalığım sizinledir” SadakallahulAzim. İnşaAllah, bugün Rabbimiz bizden razı olmuştur.
Ey Müminler! Bizler Müslümanız. Rabbimiz Allah’tır. Peygamberimiz Seyyidena Muhammed (ASV). Dinimiz İslam. Kitabımız Kur’an, Milletimiz, Milleti İbrahim’dir. İslam Dini Mükemmeldir. Allah (SVT) Kuran’ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “BismillahirRahmanirRahim, Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, sizin için din olarak İslâmiyet’i beğendim.” (5:3) SadakallahulAzim.
Peygamber (ASV), cömert Peygamber olarak bilinir. Peygamberlik verilmeden evvel de en güvenilir, en cömert olarak bilinirdi. Onun getirdiği risalet ise bencil bir din değildir. İslam sadece karnımız tok mu, evimiz emniyette mi, çocuklarımız sağlıklı mı diye düşüneceğimiz bir din değildir. İslam’a inandığımız zaman Ümmeti Muhammed’in (ASV) bireyleri haline geliriz. Gerçek bir Mümin için en önemli şey Ümmeti Muhammed (ASV) olmalı çünkü Peygamber Efendimiz (ASV) onu en önemli şey olarak görüyordu. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (AS) şöyle demiştir: “Sizden biriniz kendisi için arzuladığı şeyi din kardeşi için istemedikçe tam İman etmiş olamaz” (Buhari). Yine (ASV) şöyle demiştir: “Birbirine karşı muhabbet ve merhamette, Müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut, rahatsız, uykusuz ve ateşler içinde kalır!” (Buhari ve Müslim)
Şimdiki Ümmet hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ümmetin acısını anlamak için bir Veli veya Alim mi olmak lazım? Acı çeken sadece bir uzuv değil. Tüm vücut, Ümmetin kalbi acıdan paramparça olmuş durumda. Hala daha Müslümanların çoğu konu Ümmet olduğunda sadece kendini düşünüyor, hiçbir şey hissetmiyor, hiçbir şey düşünmüyorlar. Bizler, Peygamber Efendimiz’in (ASV) takipçileriyiz. Allah Dostları’nın Yolundayız, Allah Dostları ise Ümmetin yükünü çekenlerdir. O halde bu Bayram Gününde, bu mutluluk halinde düşünüp, endişelenerek kendimize sormamız lazım. Ümmetin durumunu kolaylaştırması için Allah’a yalvarmamız lazım.
Bize ne oldu? Allah’ın yeryüzündeki en hayırlı Ümmet dediği Ümmete ne oldu? Bedir’e sadece 313 kişiyle gelip 1.000 kişiyi mağlup eden Ümmete ne oldu? İslam topraklarında tek bir kişinin bile aç kalmasına müsaade etmeyen Ümmete ne oldu? Dünya tarihindeki medeniyet mirasının en aydınlık mirasına sahip olan bu Ümmete ne oldu? Milliyetçiliği, ırkçılığı ve kabileciliği silen Ümmete ne oldu? Şerefine el uzatılan tek bir kadını korumak için bir ordu toplayan bu Ümmete ne oldu? Binlerce yıl boyunca düşmanlarına Heybetiyle korku salan bu Ümmete ne oldu? Tüm dünyada adaletin eşanlamlısı olan bu Ümmete ne oldu? Duaya kalkan elleri, yüzlerine sürülmeden duaları kabul olan Ümmete ne oldu? Bu Bayram Gününde bu Ümmete ne olduğunu sormamız lazım. Çünkü bu Bayram Peygamber (ASV) zamanındaki Bayram değil, Sahabeyi Kiram zamanındaki Bayram değil, Tabiin ya da Tabii Tabiin ya da Tabii Tabii Tabiin zamanındaki Bayram değil. Bu Bayram Ahir Zaman Ramazan’ının, ikinci Cahiliye döneminin Bayramıdır.
Allah Dostları bu soruyu cevaplıyorlar. Şeyhimiz, Sahibul Seyf Şeyh Abdül Kerim el-Kıbrısi el-Rabbani bu sorunun cevabını veriyor. Diyor ki; “Sultan bu dünyadan gidince, Hilafet kaldırıldı ve insanoğlunun başına bela yağmaya başladı. Hilafet kaldırıldığında her türlü bela yağacaktır. Kendi kendine duymana gerek yok. İnsanoğluna durmadan bela iniyor, “Bunu duyuyorsan eğer Hilafeti sen kaldırdın” diyerek bela yağıyor. O zamandan bu zamana… Hilafet, Allah’ın istediğidir.”
İslam dini Hilafetle gelir. Peygamber Efendimiz (AS) İlahi İrade’nin yeryüzündeki Temsilcisidir. Dünyadan ayrıldıktan sonra Hilafet Makamına Hz. Ebu Bekir oturdu. Sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman, sonra Hz. Ali. Sonra Emeviler, sonra Abbasiler. Sonra da Mübarek Osmanlılar. Hiçbir aralık olmadan, hiçbir kırılma olmadan o İlahi Temsil silsilesi 100 yıl öncesine kadar dünyayı İlahi Rıza’ya bağlamıştır. Yüz yıl önce Hilafet bu dünyadan kaldırıldı.
Ey Müminler! Hilafet’i kim kaldırdı? Kim ayaklanıp sokaklarda Hilafet’in kaldırılmasını istedi? Sultana karşı kim ayaklandı? Kafirler mi? Yoksa Müslümanların ta kendisi miydi? Sahibul Seyf, başka hiçbir Müslüman liderin anlatmaya cüret edemediği tarihi bize öğretiyor. Sahibul Seyf diyor ki: “Sultan Abdül Aziz Han zamanında insanlar ayaklanmaya başladı. Şeytanın saltanatını inşa etmeye başladılar. Şeytanın saltanatını desteklemeye başladılar ve sonuç olarak Sultan’ın üzerlerine koyduğu kanun ve kuralları beğenmez oldular. Böylece yavaş yavaş orada burada ona karşı ayaklanmaya başladılar. Sultan bunu biliyordu. Sultan Abdül Aziz Han’ı kaçırıp onu öldürdüler. Allah onu kaldırdı. Kaldırılmayı istedi, bu dünyadan çıkmayı diledi.
Peygamber Efendimiz (ASV) diyor ki, “Gücü elinden alınıp ölüm cezasına çarptırılan adil hükümdarlar Kıyamet Gününde en yüksek Şehit mertebesini alırlar.” O şehitliğe ulaştı… Ümmet, bu insanlar da onun bedelini ödüyor. Sultan Abdül Hamid Han’a daha gelmedik bile. Sultan Abdül Hamid Han’a gelince “Kaç kişi var, ayaklananların oranı ne?” diye sordu. Sultan Abdül Hamin Han bakıp kontrol etti. Hükümranlığı altındaki milletlere baktı ve ayaklandıklarını gördü. Neye karşı? “Özgür olmak istiyoruz” dediler. Özgür demek, ne demek? Allah’ın Kanunları olmadan. Bu milletlerden, her milletten bu kadar oranda ayaklanma var, Sultan Abdül Hamid buna baktıktan sonra oturdu ve bekledi. Kendi adamlarında “Bir şey yapmayın” dedi. Komutanlar ona gelip, “Ey Sultanımız, büyük bir gücümüz var. Büyük bir ordumuz var. Onları ezebiliriz.” dediler. “Hayır” dedi. “Benimle olan tüm bu askerlerden bir tanesi ölse Ahiret Gününde çok üzülürüm. Ama benimle birlikte Şehit olabilirler.”
Orduyu kullanmadı. Ayaklanmalarına izin verdi. Onu aldılar ve sürgüne gönderdiler. O da Şehit olarak öldü. Şimdi ödüyorlar, insanlar bedelini ödüyor, milletler bedelini ödüyor ve hala daha uyanmıyorlar. Şimdi Afganistan’dan Irak’a, Endonezya’dan Malezya’ya, Filipinler’den Kudüs’e, Afrika’dan Fas’a, Bosna’dan Çeçenistan’a her yer yanıyor. İnsanlar bedelini ödüyor. İnsanlar, Sultan’a karşı ayaklanmanın bedelini ödüyorlar. Başka bir şey değil. Allah’ın Rahmeti her zaman açılıyor ve insanları doğru yola çağırmak için başka insanlar gönderiyor. Uyanmıyorlar! Uyanmayın. Başkaları gelecek. Hiçbir zaman daha kolay olmayacak. Allah pes edecek değil. Biz pes edeceğiz.”
Allah Dostları’nın sözü ise Hak’tır. Allah Dostları müjde verirler aynı zamanda uyarı da çekerler. Müslümanlar, Sultan’a karşı ayaklandı. Müslümanlar her yerde, bürokratlardan aydınlara, bazı Tarikatların Şeyhlerinden medrese öğrencilerine herkes propagandayla kandırıldı ve Sultan’a karşı ayaklandılar. Müslümanlar, “Halifeyi istemiyoruz. Saltanatı istemiyoruz. Allah’ın Kanunları’nı istemiyoruz. Peygamber Efendimiz’in (ASV) Kanunları’nı istemiyoruz. İslam düşmanlarının geliştirdiği insan kanunlarını istiyoruz” demek için ayaklandı.
Bu bizim üzerimizdeki utançtır. Bu, Ümmet tarihindeki bir utançtır. Hilafet’in düşüşünden sonra Ümmetin ne kadar çabuk altüst olduğuna bakın. Bir nesil içerisinde Müslüman erkek ve kadınların nasıl kafirlerin yaşam tarzını kopyalamaya başladığına bakın. Bu durum bin yılı aşkın bir süre boyunca düşünülemezdi. Sünnet kıyafetini, Heybet sarıklarını, ihtişamlı cübbeleri giyen erkekler, Peygamber mirası olan sakallarını taklitçiler gibi görünmek için kestiler sarıklarını ise secde etmelerine engel olan şapkalarla değiştirdiler. Tüm dünyanın gıpta ettiği kadınların tevazusu ve tüm medeniyet kadınlarının taklit ettiği başörtüsü ve peçesini bırakıp saçlarını ve vücutlarını utanç verici bir şekilde açtılar. Alemlere kafirlerin bile peşinden koştuğu adaleti saçan İslam Kanunları, zenginlerin ve güçlülerin manipüle edebileceği, mazlumları biçare bırakan kanunlarla değiştirildi. Gece boyunca Teheccütte duran insanlar bar ve gazino müdavimleri oldu. Gece boyunca ayakta kalıyor, spor müsabakaları gibi saçma sapan şeyler için tüm gece onursuz ve sarhoş bir şekilde ayakta kalıyorlar. Alemlere örnek olan Ümmet milletin paspası haline geldi. Tarihimizin gerçeği budur.
Bayram Günü neden bunlardan bahsediyoruz? Rabbimiz’in affını ve mağfiretini dilediğimiz bir günde neden bunlardan bahsediyoruz? Çünkü başkalarının hakkını alan kişiye Allah’ın affı ve mağfireti yoktur. Bunu anlıyor muyuz?
Büyük Veli, Hz. Fudeyl İbn İyad şöyle der: “Allah’a yemin olsun ki haklı bir sebep olmadan bir köpeğe veya bir domuza zarar vermeniz caiz değildir. Nasıl olur da bir Müslüman’a zarar verirsin?” Bu Ümmet sadece herhangi bir Müslüman’a zarar vermedi, bu Ümmet Sultanlar’a zarar verip onları öldürdü. Bu suçtan dolayı Ümmet hala Allah ve Peygamberi’nin (ASV) Laneti altında. Hz. Ali rivayetinde Resulullah (ASV) şöyle buyuruyor: “Müslümanların himayesi birdir; aralarında bunu yerine getirmek için gayret ederler. Kim bir Müslüman’a ihanet ederse, Allah’ın, Meleklerin ve tüm insanların laneti onun üzerindedir. Onun farz ve nafile salih amelleri kabul olunmaz.” (Sünen el-Kübra)
Peygamber Efendimiz (ASV), Ahir Zaman’ın lidersiz Ümmetini bir başka Hadis’te şöyle tarif ediyor: “Şüphesiz Ümmetimin müflisleri” Ümmetteki müflis olan insanları tarif ediyor,
“Kıyamet gününe; namaz, oruç ve zekat görevlerini yerine getirdiği halde, ona buna sövmüş, iftira etmiş, şunun-bunun (haksız yere) malını yemiş, kanını dökmüş, onu-bunu dövmüş olarak gelen kimsedir. Bu kişinin iyiliklerinin sevabından mazlumlara verilir. Üzerindeki borçlar bitmeden hasenatı tükenmişse öbürlerinin günahlarından alınır, üzerine yüklenir ve böylece ateşe atılır.” (Müslim)
Şeyh Efendi bu yüzden bize Allah Celle ve Ala’nın: “Benim Huzuruma iki şeyle gelmeyin, sizi affetmem. Şirk ve başka insanların hakları” dediğini söylüyor. Şeyh Efendi bunu açarak şöyle diyor, Allah affedebilir ama yanlış yaptığın kişi affetmediği sürece Ben seni affetmem diyor.
Ümmet, Halife’nin hakkını aldı, kendi Halifesinin, kendi Halife ve Sultanlarının. Bu Ümmet Hilafet’in kaldırılma yükünü üzerinde taşıyor. Bu Ümmet Allah ve Resulü’nün (ASV) Kanunları’na karşı isyan etmenin yükünü üzerinde taşıyor. Kendi bireysel günahlarımıza Tövbe edebiliriz. İnsanların yaptıkları bu, Ramazan boyunca, tüm ay boyunca, mübarek geceler ve günlerde, Recep ve Şaban’da insanların meşgul olduğu şey kendi bireysel meseleleridir. İslam bireysel bir din değildir.
Kendimiz ve ailemiz için mağfiret diliyoruz. Ama ihanetimizden dolayı bu Ümmet secdeye kapanıp mağfiret dilemediği sürece bu korkunç halde kalmaya devam edeceğiz. Sırf bundan bahsetmek bile korkunç bir şey. Bu sözleri sadece bir veya iki camide duyabilirsin. Çoğunluk sadece bu dünyanın zevki ve hazineleriyle ilgileniyor, tarihi idrak etmiyorlar ve bu duruma nasıl geldiğimizi anlamıyorlar.
Bu korkunç bir durum. Allah Subhanehu ve Teala Kuran’da bir kanun koydu, diyor ki: BismillahirRahmanirRahim, “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez” (13:11) SadakallahulAzim.
Kendimizde değiştirmemiz gereken şey nedir? Daha fazla paraya mı ihtiyacımız var, daha fazla kaynağa mı ihtiyacımız var, daha fazla akıllı insana mı ihtiyacımız var, daha fazla teknolojiye mi, daha fazla din mi, daha fazla ibadet mi, daha fazla Hac mı, daha fazla Umre mi? Daha fazla oruç mu? Hayır. Ama 1400 yıldır Ümmetin hiçbir zaman gelmediği bu durumu idrak etmiyoruz. Bu durum, bizim Halife’ye karşı ihanetimizdir, Allah ve Peygamberi’ne (ASV) karşı ihanetimizdir.
Bu Ümmet en iyi durumdaydı, ama Halife’ye ihanet edip İslam düşmanlarını taklit ederek kendini değiştirdi. Allah da onun durumunu değiştirdi. Durumumuzun yeniden şanlı, asil durumuna dönmesini istiyorsak, ki çoğunluk bunu istemiyor, alimlerden Şeyhlere, “Buna gerek yok” diyorlar. O şanlı, asil halimize dönmek istiyorsak şayet kendimizi değiştirmemiz lazım. En azından Halife’ye yaptıklarımızdan dolayı Allah’tan mağfiret dilemeliyiz. O asalet ve şeref ancak kendimizi yeryüzünde İlahi Emirler’i taşıyan Allah ve Peygamberi’nin (ASV) Temsilcileri’ne bağlanmakla gelir. Onlar ise Evliyaullah’tan başkası değildir.
Peygamber Efendimiz (ASV) şöyle buyurmuştur: Peygamberlik sona erdiğinde, Peygamberler yeryüzünün destekleridir. Allah onların yerini Ümmeti Muhammed (ASV)’dan 40 kişiyle doldurdu. Onların adı Abdal’dır (yerine geçenler). Biri öldüğünde Allah (SVT) onun yerine geçecek başka birini tayin eder, onlar yerin destekleridir. 30’unun kalbi Seyyidena İbrahim (AS)’daki Yakinin aynısına sahiptir. Çok oruç tutup, çok namaz kılmakla diğer insanlardan üstün olmadılar… ancak dikkatlerinde gerçekçi olup, asil niyetler edindiler, saf ve iyi kalpleriyle tüm Müslümanlara güzel nasihatlerde bulundular, bununla Allah’ın rızasını gözettiler, sabırlı bir hoşgörüyle ve merhametle, ezik olmadan tevazularıyla buna ulaştılar. Onlar kimseye sövmez, kimseye zarar vermezler, onların altında olanlara karşı kendilerini daha üstün veya asil görmezler, kendilerinden üstün olanları da kıskanmazlar. Tevazularında ve dünyaya karşı ölü olma halleri yapmacık değildir gösterişle kendilerini beğenmezler. Ne dünyayı severler ne de onun hatırını severler…”
Bu Allah Dostları, kirli halimizden Allah’a dönerek nasıl Tövbe edeceğimizi bize öğreten onlardır. Bu Ümmeti, Ahir Zaman’da gerçekleşecek olaylara hazırlayanlar bu Allah Dostları’dır. Sadece Allah Dostları dünyanın bu deccaliyet hali karşısında uyarıyor. Hz. Mehdi’ye bağlı olanlar işte bu Allah dostlarıdır, onun gelişine hazırlananlar da yine onlardır. Hilafet’in kurulması için çalışanlar işte bu Allah Dostlarıdır, savaş ile değil İman ile, saf niyetlerle… Kavgayla değil, politikayla değil, şiddetle değil. Allah’a teslimiyet, itaat ve Muhabbetle. Tıpkı Peygamber Efendimiz ‘in (ASV) Bedir gecesinde dua ettiği gibi dua ediyorlar ve Allah’ın yardımı için yalvarıyorlar. Allah, Ahir Zaman Müminlerine tıpkı Bedir’deki gibi Melek gücünün sözünü veriyor.
Bizim Şeyhimiz, bu Allah Dostlarındandır. Ey Müminler! Ey Müridler! Biz de onun Mübarek Yolundayız önümüzde duran vazifeyi dinleyin. Kendisi şöyle diyor: “Allah (SVT) bu işi, bu vazifeyi insana verdi. İnsan bu dünyaya yeniden Şeriat’ı getirmeli. İnsan Kur’an-ı Kerim’i açmalı. İnsan, Hilafet’i getirmek için çalışmalı Peygamber Efendimiz’in (ASV) Sancağı’nı açmalı. Gökten inmeyecek bu. Bugün dünyada yaşayan insanlar arasından çıkacak. Hepimiz sorumluyuz. Kıyamet Gününde hepimizi sorguya çekecekler. Allah bize soracak: “Hilafet’i ve Kanunlarım’ı geri getirmek için ne yaptın? Ne yaptın? Ne yaptın?” Herkes kendi seviyesine ve durumuna göre sorgulanacak.
Ey Müminler! Hayatımız bizim değil. Ey Müminler, hayatlarımız Allah ve Peygamberi’nin (ASV) Yolu’nda harcayalım diye bize verildi. İslam Tarihi’nin bir sonraki bölümüne altın sayfaları getirecek kişiler biz olmalıyız.
Bu Bayram Gününde, Halife ve Sultanlar’ın haklarının alınmasında üzerimize düşen ne varsa affolunması için Rabbimiz Allah (SVT)’dan mağfiret diliyoruz. Özellikle de Sultan Abdül Aziz Han ve Sultan Abdül Hamid Han Cennet Mekan… Halife’ye ihanetten dolayı tövbe edip mağfiret diliyoruz. Bu Mübarek Günde, Hilafet’i, Osmanlı’yı geri getirecek olanlar arasında, Mehdi (AS) ile birlikte olmaya niyet ediyoruz. Destekçilerinden olmaya niyet ediyoruz, ümit ettiğimiz şeref budur. Amin.
Bu Mübarek Günde, Sultanul Evliya Şeyh Mevlana Muhammed Nazım Adil el-Hakkani (KS)’nin sözleriyle Rabbimiz’in rızasını diliyoruz: “Allah bizi affetsin. Bu Mübarek Ramazan Bayramında itaatkar olmaya çalışıyoruz ama bir sürü yanlış yaptık, insanlara karşı yanlış davrandık, İlahi Emirler’i tutmakta da çok tembeliz. Şu anda Semaların Rabbi, İlahi Arşı’ndan bakıp insanları Bayram namazına koştururken görüyor ve şöyle buyuruyor:
“Ey Melekler! Bakın! Benim kullarım ‘Allahu Ekber, Allahu Ekber, Allahu Ekber ve lillahil Hamd!” diyerek Bana koşuyorlar. Kullarım Benim için Tekbir getiriyor Benim en övülmüş, en muazzam, en sevgili Halifem, Hz. Muhammed’in (ASV) hürmetine onları bağışlıyorum. O Benim kulumdur, ezelden ebede Hilafeti’ O’na giydirdim.” Ey Milletler! Gelin ve Hakk’a iman edin, şeytani yollara düşmeyin. İyi değil, şerefiniz alınır da cezalandırılırsınız.”
Allahu Ekber, Allahu Ekber, La ilahe ill-Allah Allahu Ekber, Allahu Ekber velillahil Hamd!
Şeyh Lokman Efendi Hazretleri
Ramazan Bayramı Hutbesi 1 Şevval 1440
4 Haziran, 2019