Bismillâhirrahmânirrahîm

“Ya Rabbi Lebbeyk Allahümme Lebbeyk”

Utanmak, utanma duygusunu hissetmek, Bunun manası nedir?

Peygamber Efendimiz’in  (aleyhissalatu vesselam) dediği gibi; “utanmadan günah işleyenlerin günahları hariç, bütün ümmetimin günahları affedilecek.” Utanç duymak, utanmak dinin temelinde olan bir özelliktir.

Allah’ın adaleti her daim açıktır haktır. Bütün detaylarıyla ortada ve açık seçiktir.

Hazreti Âdem Aleyhisselam‘dan kıyamete kadar Allah’ın adaletinin detayları, kuralların neler olduğu, haramı helali bütün hepsi ortadadır.

Hac günlerine yaklaşıyoruz. İnanan kişi Allah ile buluşmak için kendini hazırlaması lazımdır.

Yaptığımız her şey aslında Allah ile buluşmak için değil midir?

İnanan kişinin öyle ya da böyle kendimi ölüme hazırlıyorum, kendimi Rabbimle buluşmaya hazırlıyorum diye düşünen kişinin, bugün veya yarın veya önümüzdeki hafta veya bu sene son yaşayacağım günler diye düşünerek

kalbini çalıştırması lazım. Çünkü Rabbin’le buluşmak istiyorsun ve ona hazırlanıyorsun. Böylece Allah’ta sana, kendisine yaklaşman için müsaade eder.

Dokunduğun her şeyi, yaptığın her şeyi o niyetle yapıyorsan, o niyeti Allah ile buluşma niyetini öne koyuyorsan, Allah’ı memnun etmek için, Allah rızası için koşturmaya başlarsın ve en iyi şekilde Allah’a ulaşmak için devam edersin.

Şehadetini, namazını, zekâtını, ibadetini dilinden kalbine, kalbinden vücuduna bütün sahip olduklarını her şeyini ona göre hazırlarsın.

Hacca hazırlanmak nasıl olmalı?

Bunu daha önce anlattık, söyledik; mesela yaptığınız zikirler nedir?

Herkes şu an hacca hazırlanıyor, hacca hazırlanan, haccı kutlayan herkes özellikle o gün de “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk, buradayım Ya Rabbi, hazırlanıyorum Ya Rabbi, hazırım Ya Rabbi diyor mu?”

Şeyhimiz bize öğretiyor? Allah bizi o sözün verildiği günde, Kalu Bela’da, yarattığında Ben sizin Rabbiniz değil miyim? dediğinde ve biz de

bela dedik. Evet, Ya Rabbi, Sen bizim Rabbimizsin, Lebbeyk Ya Rabbi dedik.

Bunlar çok derin şeyler. Okyanus gibi derine gittikçe açılan şeyler. Sonu olmayan bilgil er. Buradayım Ya Rabbi. Günümüzde artık sadece tarikatlarda şeyhler müridlerine öğretiyor. Bugünlerde bir tek bu bilgi onlara kaldı. Kendimizle ilgilenmiyoruz, “bela”, yani Rabbimiz’le ilgileniyoruz, Rabbimiz’e dönüyoruz. Ya Rabbi Sensin bizim Rabbimiz, Allah Sensin. Biz yokuz Sen varsın. Önce adım adım kendimizi hazırlayacağız. Senin’le buluşmak için buradayım Ya Rabbi diyeceğiz.

Beni cezalandırmak için çağırması değil, benden memnun olmadığı için çağırması değil, versin veya vermesin, O’na teslim oldum, O’nunla herhangi bir alışverişim olsun veya olmasın, nasıl Rabbime teslim olacağım? Ya Rabbi Senin’le buluşmak için buradayım, Ya Rabbi Sana dönmek için buradayım. Rabbimiz O, Allah. Bizler kimiz ki, bizler neyiz ki? Bunun manası nedir?

Hacca gittiğinde giydiğin nedir? Pek çokları giydiğimiz sarığa karşı çıkıyordu. Bidat diyorlar veya çağdışı diyorlar veya hiç sebepsiz sevmiyorlarsa bile gereksiz görüyorlar. Sarık, özellikle beyaz Sarığın manası nedir? Biz kefen imizi başımızda taşıyoruz ki, o kefen bize ölümü hatırlatıyor. İhrama büründüğünde de aslında o kefenin değil midir?

İhramın asıl manası kefendir. Hacda ihrama büründüğünde kendini ölüme hazırlıyor olman lazım. Oraya geri dönmeyi düşünerek gitmemelisin.

Hacca kendini bitirmeye gidiyorsun. En azından kalbini orada bırakıp dönmelisin. Peki, o zaman kendini nasıl hazırlıyorsun? Sadece kıyafetini değiştirip ihrama bürünmekle mi kalıyor?  Kalbini de değiştirmen lazım, hazırlaman lazım, kalbinin canlanması lazım, kalbinin bağlantıda olması lazım, kalbinin dünyayla, arzularınla, birbirine olan tutkularınla işini bitirmiş olması lazım.

Kalbinin artık o tür dünyevi şeylere ölmesi lazım. Ve kalbinin Ya Rabbi ben buradayım demeye canlanıyor olması lazım. Kalbinin, Rabbin’e teslimiyete canlı olması lazım, O’na dönmesi lazım.

Kimim ki ben? Sadece kulum. Hiçbir şeyim yok. Kefenim haricinde hiçbir şeyim yok. Bunu bil inçli bir şekilde anlaman lazım. İslam, herkesin dâhil olacağı, herkesin parçası olacağı bir dindir. Hac da öyledir.

Şehadet’ten zekâta, zekâttan namaza, namazdan hacca herkesin parçası olacağı bir durumdur. Yoksa yüksek seviyede müslüman şunu yapar, bunu yapar demek doğru değildir. Öyle bir şey yok. Hacca gidemeyen insanlar da o niyetle, hastalıkta veya yokluk içinde olduğu için gitmemesi bir mazeret değildir. Kalben gidiyor gibi hazırlanmalısın, kendini hazırlamalısın ve Allah ettiğin niyete göre seni gidiyormuş gibi Haccını kabul edebilir.

Her Hac zamanı bunu anlatıyoruz. deccalin hâkim olmadığı, ahir zamanın başlamadığı, hala islam halifesinin dünyaya hâkim olduğu ve islamın yaşandığı zamanlarda, cep telefonlarının olmadığı, teknolojinin olmadığı, bu dünyanın şeytanlığının her yere girmediği ve şeytaniyetin henüz dünyaya yayılmadığı zamanda bir Allah kulu varmış. Senelerce para biriktiriyormuş.

Ayakkabı tamircisiymiş. Hac için yeterince parası biriktikten sonra ki o zaman hacca ulaşmak aylar alırmış, bazen de yıllar alırmış.

Herkesin niyeti büy ük tehlikelerle dolu yolları geçip, hacca gittiğinde aslında orada ölmekmiş. Basit bir insan, ayakkabı tamircisi, sonunda hazır parasını da biriktirmiş hac için yola çıkmaya hazırlanıyorken, yoksul bir aile olan komşusunun evi yanmış, kül olmuş, bitmiş. “Aman Ya Rabbi komşumun evi barkı yanmış böyle acı içindeyken ben şimdi hacca falan nasıl giderim” demiş. Allah bana kıyamette, hesap gününde komşun için bir şey yapmadın mı diye sormaz mı? ki hiçbir şey yok, olanı biteni sadece hac parası. Dört yıldır biriktirmiş. Biriktirdiği bütün parayı komşusuna vermiş, Allah Kerim demiş. Ve artık hacca gidecek ümidi de kalmamış. O gece, oranın hâkim olan evliyasının, oranın sorumlusu olan Evliyanın rüyasına iki melekle beraber gelmiş. Ve bu rüya hac zamanı geçtikten sonra görülen bir rüyadır. Meleklerden bir tanesi yazıyor, bir tanesi de söylüyor. Kaç kişi hacca gitti, diyorlar ki işte şu kadar şu kadar insan hacca gitti, kaç tanesinin haccı kabul edildi, işte şu kadar şu kadar insanın haccı kabul edildi.

İki kişi, bütün gidenlerden sadece iki kişinin haccı kabul edildi. (deccalin fitnesi yokken dahi böyle.) İki kişinin biri şu kişi, diğeri de yoksul o ayakkabı tamircisidir. Hacca bile gitmedi ama haccı kabul edildi demiş. Evliyaullah o rüyadan uyanmış, o kişiyi bulmak için yola çıkmış. Ayakkabı tamircisi, ben demiş hacca bile gitmedim ki, komşumun evi yandı parayı ona verdim.”

Bunlar bize haccın niyetindeki maneviyatı öğretmek içindir. Bize hacca gitmekteki niyetin, maneviyatın önemini, değerini anlatır ve gösterir. İmamlar, âlimler, günümüzün âlimleri, insanları uyarıyorlar mı?  Ahir zamandaki haccın geldiği hal nedir? Belki de hacca gidenler biraz daha dikkatle “Ya Rabbi Lebbeyk Allahümme Lebbeyk” Ya Rabbi ben buradayım dediğinde, hiç olmazsa kulluğun farkına biraz vararak, nefslerine ve şeytanların üstüne basarak, kibirlerinin üstüne basarak belki bir şeyler yapmaya çalışırlar.

Ama tam tersine, insanlar hacca kibirle, bütün kirleriyle, bütün pislikleri ile nefsleriyle ve şeytanlarıyla gidiyorlar.

Peygamber Efendimiz Aleyhissalatü vesselam ahir zaman haccının nasıl olacağı konusunda bizi uyardı. Her şeyi kendimize ve sizlere hatırlatıyoruz. İslam’daki her şey niyettir. Siz zannediyorsunuz ki niyetiniz iyi. Hayır, kendi düşüncenizle niyeti nizi anlayamazsınız. Kendi kendinizi analiz edemezsiniz, ben sağlıklıyım diye kendi kendinize söyleyemezsiniz. İnternete gidipte benim şuyum var, buyum var acaba şu hastalığın tedavisi nedir? Bilemezsiniz, bulamazsınız. En azından bir doktorun size bakıp muayene edip size teşhis koyması lazım. Kendi kendinize teşhis koyamazsınız.
Günümüzde kim soruyor bu soruları? Kim kendi kendine sorup da o teşhisi koymak için birine başvuruyor.
Allah bizi böyle ahmaklıklardan uzak tutsun. Allah bizim vaktimizi kaybetmemize mani olsun. Öyle boş haclarla uğraşmayalım inşallah.

Allah’a kendimizi nasıl hazırlayacağız? O pisliği bildiğimiz halde içimizdeki halimizi bildiğimiz halde kendimizi her sene hacca nasıl niyetlendireceğiz?
Bizim yolumuzda ö lüme nasıl her gün hazırlanıyorsan, o pisliğinin içinde, bu kadar acizliğinin içinde, ne kadar pislik dolu olduğunu bildiğin halde, her gün yavaş yavaş, her gün nefse karşı olan o mübarek savaşını, o büyük cihadı yavaş yavaş yapmaya çalışman lazım. Nefse karşı verdiği mücadele ki pek çokları bundan kendini ayırıyor, buna kendini dâhil etmiyor. Çoğu insan nefsine karşı mücadele etmek istemiyor. O yüzden hazırlanmamız lazım. O yüzden uyanık olun gaflette olmayın. Rabbimiz’e nasıl yaklaşıyorsunuz, Rabbimiz’e ne götürüyorsunuz farkında olun. Allah bizi temizlesin inşaallah. El – Fatiha.

Şeyh Lokman Efendi Hazretleri

26 Zilkade 1444

15 Haziran 2023

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

Hac: Hazreti İbrahim’in Ettiği Kurbanı Anmak

Ya Eyyühel Müminun! Ey Müminler! Mübarek Zilhicce Ayı’nın ilk Cuma Günü’ne hoş geldiniz. Mübarek hac günlerine hoş geldiniz. İnşaallah yarın Mekke’de toplananlar ibadetlerine başlamak için Mina’ya doğru yürüyüşe geçecekler.

 

Eğer bizim için hayırlıysa, fiziksel olarak Hicaz kutsal topraklarını ziyaret edebilmemiz, Peygamber Efendimiz (sav)’in ve şeyhimizin sünnetine uygun olarak, Allah’ın razı olup kabul edeceği şekilde hac vazifesini yerine getirebilmek için Rabbimiz’den bize bir gün kapıları açmasını diliyoruz inşaallah. Âmin.

 

Ey Müminler! Artık zilhicce günlerindeyiz. Ve bu günler, babamız İbrahim Aleyhisselam Hz.’ni anmamız içindir. Bizler Hz. İbrahim’in                                                                                        milletindeniz.

Ey müminler! Halilullah, Allah’ın dostu sıfatı Hz. İbrahim Aleyhisselam’a verilmiştir. Ne olmuştu ki, İbrahim Aleyhisselam bu sıfatı kazanacak kadar Rabbine yakın olmuştu? Allah (cc), bize bunun cevabını Kur’an-ı Kerim’de veriyor. Allah (cc), Halil’i Hz. İbrahim (as)’ın sözlerini En’am Suresi’nde muhafaza ederek şöyle kaydetmiştir:

 

Bismillahirrahmanirrahim

 

“De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir. O’nun hiçbir ortağı yoktur, ben böyle emrolundum ve ben müslümanların ilkiyim.” (6/En’âm:162-163)

Sadakallahül Azim.

 

Ve İbrahim Aleyhisselam’ın hayatına baktığımız zaman, evet, sırf Rabbinin rızası için bütün hayatından, tüm varlığından vazgeçtiğini görürüz. Çocukluğundan itibaren, bu dünyadan göçtüğü vakte kadar, sonuçları her ne olursa olsun Hz İbrahim (as) her zaman hakkı müdafaa etmişti.

Şirkin ne kadar şeytani bir şey olduğunu insanlara anlatabilmek için, daha genç yaşta Kâbe’deki putları yıkmıştı. Yetişkin zamanında ise gelmiş geçmiş en büyük zalimin, Nemrud’un

karşısında durmuştu. Nemrud onu işkence ve ölümle tehdit etse de Hz. İbrahim, Hak için, Hakkı müdafaa etmek için karşısında duruyordu.

 

En sonunda Nemrud, Hz. İbrahim’i öldürmek istediğinde o zamana dek görülmüş en büyük at eşi yaktı. İnsan suretinde beliren şeytanın fısıldamalarıyla, Hz. İbrahim’i o ateşe atacak makinayı yaptılar.

 

Şeyhimiz, Sahibul Saif Şeyh Abdül Kerim el Kıbrısi el Rabbani olanları şöyle anlatıyor, “İbrahim Aleyhisselam’ı ateşe atacakları zaman, herkes, bütün melekler onun yardımına koştu. Onlara sordu, ‘Siz de kimsiniz?’

‘Bizler meleğiz,’ dediler.

Hz. İbrahim, ‘Allah şu an beni görmüyor mu?’ diye sordu.

‘Evet,’ dediler.

Hz İbrahim ise, ‘O bana yeter. Hasbinallah ve nimel vekil. O bana yeter. Eğer beni bu ateşte yakmak istiyorsa hiçbir şikâyetim yok. O izliyor. Görüyor.’ dedi.

Ve o alevler, onun için cennete dönüştü. İmanı, Allah’a (cc) olan imanı, o ateşi cennete

dönüştürdü. Her kim böyle bir imana sahip olursa, hiçbir korku duymaz ve hayatı daha bu dünyadayken cennete dönüşür.

Bağlantı orada. Allah (cc) bunu sadece bir kişiye vermedi. Diyor ki, “Hepiniz benim birer kulumsunuz. Sizi ben yarattım. Eğer sıkıca tutunursanız kaybedecek hiçbir şeyiniz yok. Size hem bu dünyayı hem de ahireti vereceğim. Sizi bu dünyadan ahirete yükselteceğim.”

Hz. İbrahim (as) bu iman ile Rabbinin sevgisini kazandı. Ve yalnızca kendi hayatını feda etmedi, her şeyden çok sevdiği diğer insanların hayatlarını da feda etmeye hazırdı. İlk oğlu Hz. İsmail (as)’i kurban etmeye hazırdı. Birkaç gün içinde, Kurban Bayramı’nda işte bu kurbanı onurlandıracağız.

Fakat aynı zamanda Hz. İbrahim’in, Hz. İsmail doğduğu anda yaptığı fedakârlığı da hatırlamamız gerek. Hanımı olanların, çocuk ve aile sahibi olanların bunu dikkatle dinlemesi gerek. Çünkü bunlar, Hz. İbrahim (as)’ın Halilullah olmasına yol açan iman ve Allah’a duyduğu inanç sayesinde yaşanmış hadiselerdir.

Ve onun milletinden olmak istiyorsak, bizim de bu imanı, bu inancı öğrenmemiz gerek.

 

Hz. İsmail doğduktan sonra, Hz. İbrahim’e İsmail’i ve annesini cayır cayır yanan çölün ortasında terk etmesi için İlahi emir geldi. Hz. İsm ail hala sütten kesilmemişti, o kadar küçüktü. Hz. İbrahim, Hz. Hacer ve Hz. İsmail (as) ile birlikte yürümeye başladı. Tüm ekilmiş toprakları geçtiler. Hiçbir meyvenin, hiçbir yeşilliğin, bir damla suyun dahi olmadığı bir yere varana kadar, bütün dağları ve ağaçları arkalarında bıraktılar. Ve vardıklarında Hz. İbrahim, Hacer ve İsmail Aleyhisselam’ı yanlarında iki günlük bile olmayan su ve erzak ile orada bıraktı ve yürümeye başladı.

 

Onlarla konuşmaması için emir gelmişti. Kalbinin ne kadar yandığını düşünün. Karısının ona ne kadar inançla bağlı olduğunu düşünün. Hz. İbrahim geç yaşta oğlan sahibi olmuştu ve şimdi oğlunu ve annesini çölün ortasında bırakması emrediliyordu.

 

Hz. Hacer, kocasının kendilerini orada bırakıp gittiğini görünce arkasından yürümeye başladı ve “Bizi bu vahşi çorak topraklarda bırakıp nereye gidiyorsun ya İbrahim?” diye sordu. Hiç cevap vermedi. Sadece yürümeye devam etti. Hz. Hacer, Allah (cc)’dan gelen bir emri uyguladığını anlayana kadar “Ya İbrahim, neden bizi bırakıyorsun?” diye yalvarma ya devam etti.

 

“Bunu yapmanı Allah mı emretti?” diye sordu. Hz. İbrahim’in bu soruya cevap verme izni vardı. “Evet,” dedi. İşte o zaman Hz. Hacer, “Sana emri veren Allah bizimle olduğu müddetçe, biz kaybolmayız.” dedi.

Hz. İbrahim onları gözden yitirinceye dek yürümeye devam etti. Daha sonra ellerini kaldırdı ve İbrahim Suresi’nde muhafaza edilen şu duayı etti Allah’a:


Bismillahirrahmanirrahim

Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları

ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler. “Rabbimiz! Şüphesiz Sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.”

Sadakallahül Azim.

(14/İbrâhîm:37-38)

 

On un duası buydu. Rabbine, “Çocuklarımı sana kurban ediyorum ki, namaz kılanlardan olsunlar,” diyordu. Bu hadisenin kalplerimizi canlandırması ve kendi ailelerimize, kendi çocuklarımıza bakıp, onlara sahip olma nedenimizi sorgulatması gerek. Çünkü Hz. İbrahim’in bu hikâyesi, bize kul olmanın ne demek olduğunu ve kurban etmenin hakikatini gösteriyor.

 

 

İbrahim Aleyhisselam ve İsmail Aleyhisselam kurban vazifelerini yerine getirip Allah (cc)’a verdikleri ahde vefa ettikten sonra, Kâbe’nin yeniden inşa edilmesi için emir geldi. Sultanul Evliya Şeyh Mevlana Muhammed Nazım Adil el Hakkani, şöyle anlatmaktadır: “Tek bir Taht vardır ve o da Allah için olmalıdır.

 

Bir ülkede bile tek bir sultan vardır. Yani kalbinizi ya Allah’a vereceksiniz ya da şeytana. Ve kalp Allah’ın Evi’dir, Beytullah’tır. Kalp, Kâbe’dir ve boş değildir. Boş olsaydı, Allah bizi nasıl oraya çağırırdı? Eğer ben burada değilsem, davetimin bir tadı olur mu? Sultan orada mevcut olmadığı vakit, hiçbir davetiyenin değeri kalır mı?”

 

Allah, insanları, kullarını davet etmek istedi. İbrahim’e, “Rabbimiz’i nerede ziyaret edebiliriz?” diye sordular. Ve Allah, İbrahim’e oğlu İsmail ile birlikte çöle gidip Evini inşa etmesini söyledi. Siyah taşlarla örülü, dört duvar bir yapı inşa ettiler. Bu 5000 yıl önceydi ve bu yapı hala orada. Kâbe olarak, B eytullah, Tanrı’nın Evi olarak biliniyor.

Bitirdikleri vakit Allah, İbrahim’e, “Şu dağa git ve kullarımı çağır. Her

kim Beni ziyaret etmek istiyorlarsasa, evime, Kâbe’ye gelmelerini söyle. Benim dünyadaki evim bu. Ziyaretlerini kabul edeceğim. Zorluk yaşamayacak ve Benim korumam altında olacaklar,” dedi.

İbrahim, “Ey Allah’ın Kulları ve Ümmet-i Muhammed. Allah’ın Evi’ne gelin,” diyerek insanları davet ediyordu. Ve herkes, henüz yaratılmamış nesillerin tohumları da telbiye okudular:

“Lebbeyk Allahümme, lebbeyk. Lebbeyke la şerike leke lebbeyk innel’hamde ve’n ni’mete leke ve’l mülk la şerike lek.
Ey Rabbimiz! Senin emrine boyun eğeriz. Senin hiçbir ortağın yoktur. Senin davetine icap etmeye geliyoruz.”

 

Ey Müminler! Hac günlerindeyiz. Bu günler, İbrahim Aleyhisselam’ın günleri. Ve bu hac, gerçek hac, babamız İbrahim ve İsmail (as)’ı hatırlamamızı sağlamalı.

Bir kişi tefekkür ettiği vakit, “inşa ettikleri ev işte bu,” diyecektir. Ayak izlerinin hala daha durduğu, inşa ederken kendisini yukarı kaldıran taşın bulunduğu Makam-ı İbrahim’i görecekler.

 

Sefa ve Merve arasından geçerken Hz. İsmail ve Hz. Hacer’i, çölde bırakılışlarını anacaklar. Şeytan taşlarken Hz. İbrahim’in hak için dimdik duruşunu hatırlayacaklar. Ve bir kişi haccı bu şekilde yaparsa, o zaman Hz. İbrahim ile aynı ruhu yakalayacak, “Namazım, kurbanım, yaşamı m ve ölümüm Allah için, Âlemlerin Rabbi içindir,” diyecektir. Allah yolunda kurban verenlerin ayak izlerinden yürüyecek ve onlar da kurban etmeye hazır olacaklar.

Bir insan nasıl olur da saat kulesinde oturup ayaklarını Kâbe’ye doğru uzatarak hac yapabilir?

 

Nasıl böyle bir hac yapabilir? Nasıl olur da bir insan Mina’ya gidip, zengin insanları fakirlerden ayırmak için tasarlanmış ve bu şekilde pazarlanan klimalı VIP çadırların altında oturarak Hac yapabilir?

 

Lüks büfelerden alışveriş yapıp, Hz. İsmail ile Hz. Hacer’in erzaksız bırakıldıkları yerde yemekleri israf ederek, nasıl Hz. İbrahim ve ailesinin sünnetini takip edebilir?

Hz. İbrahim’in inşa ettiği Allah’ın evi, etrafında köpek dişleri gibi yükselen ve çıplak bedeviler tarafında yapılmış şeytani binalarla çevriliyken nasıl Babası Hz. İbrahim’i hatırlayabilir?

Hac, kibirlenme, böbürlenme, ticaret ve nefse hizmet etmeye yönelik bir ortam olduğunda, bir kişi nasıl gerçek bir hac yapabilir?

 

Bugünün Ahir Zaman olmadığını düşünenler hacca bakmalı, sonra da kutsal şehir Mekke’ye bakmalılar. Ve de Peygamber Efendimiz (sav)’in adım adım gerçekleşen hadisine bakmalılar.

Resulallah (sav) buyuruyor ki,

“Mekke’nin karnı yarılıp, içinden nehir gibi yollar geçtiğinde ve kutsal şehir Mekke’deki binalar dağları aştığında, bu alametleri gördüğünüz vakit anlayın ki, Kıyamet yanı başınızdadır.”

(Nuaym Bin Hammad, Kitabı Fiten, 1:42)

 

Bir başka hadiste ise Resulallah (sav) Ahir Zaman’daki haccı şöyle tarif ediyor:

“Kıyamete yakın ümmetimin zenginleri tatil ve seyahat amacıyla hacca gidecekler. Orta sınıf olanlar ticari amaçlarla, oradan oraya mal getirip götürmek için yapacaklar. Âlimler, ün ve gösteriş için, fakirler ise dilenmek için hacca gidecekler.”

Bugün haccın bu şekilde olmadığını söyleyebilecek biri var mı?

Ey Müminler! Ahir Zamandayız. Ve Ahir Zaman, artık âlim olma zamanı değildir. Yeni çözümler üretme vakti değildir. Konferanslar düzenleyip, üniversiteler yaparak sorunlarımıza nasıl çözüm getireceğimize dair felsefe yapma vakti değildir.
Peygamber Efendimiz (sav)’in öğüdünü tutma ve dağa çıkıp Mehdi Aleyhisselam’ı beklemek için

Allah dostunun cübbesine sıkı sıkı sarılma vaktidir. İçinde yaşadığımız zamanın hakikati budur.

Ve eğer buna göre yaşarsak, İnşaallah, Mekke ve Medine’ye fiziksel olarak gidemesek bile, Allah (cc), inşaallah niyetimizi kabul eder ve bizi de gidenlerden sayar. Şeyhimiz şöyle söylüyor: “Bu ay Hac Ayı. Dünyanın dört bir tarafındaki müminler hacca gitmeye hazırlanıyorlar. Gidemeyenler niyet etsin, inşaallah Er-Rahman, Allah (cc) onların isimlerini de gidenlerle birlikte yazar.”

 

Rabbimiz’den, Allah (cc)’dan niyetimizi kabul etmesini diliyoruz. Hz. İbrahim’in (as) milletinden sayılmayı diliyoruz. Her daim Resulallah (sav)’in ümmetinden olanlardan sayılmayı diliyoruz. Her daim şeyhimiz Sahibul Seyf’in müridlerinden sayılmayı ve dünya ahiret onunla birlikte olmayı diliyoruz. Âmin.

 

Şeyh Lokman Efendi Hz.Sahibul Sayf Şeyh Abdülkerim el-Kıbrısi el-Rabbani (ks) Halifesi

Osmanlı Dergâhı, New York

Cuma Hutbesi  / 7 Zilhicce 1437 / 9 Eylül 2001

 

Bismillâhirrahmânirrahîm

Kurban Bayramı’nda neyi kurban etmeye niyet etmeliyiz?

Şeyh Mevlana ve Şeyh Efendi’nin de dediği gibi, Allah (svt)’nın bizden istediği tek şey altın bir kalp, kalb-i selimdir. Kalptir. Bizler putlara tapıyoruz. Zahiri, fiziksel putların devri kapandı, bitti. Onlar yıkıldı. Şimdiyse, Allah (svt), “Sana verdiğim kalp, orada duran fiziksel Kâbe’den daha kutsal, daha özel, daha kıymetlidir benim için.” diye buyuruyor. Fiziksel Kâbe’den. Allah, “Ben orada oturuyorum.” demiyor. Ancak birçok ayette ve peygamberler, evliyalar, sahabeler ile “Kalbiniz, Allah’ın tahtıdır,” diyor. Peki, kalbimizdeki Allah değilse, ne var orada? İşte kurban edilmesi gereken, kesilmesi gereken odur. İlk adım budur. Yapmak isteyebileceğiniz farklı kurbanlar da var.

Neden Allah bir kurban istiyor? Kendisi için mi istiyor? “O ete ihtiyacım var, o tavuğa, şuna buna ihtiyacım var,” mı diyor?

Allah bütün ihtiyaçlardan münezzehtir, buna ihtiyacı yoktur. Bir takım farklı anlayışlarda, “Allah’a rüşvet verebilirim. Yapmak istediğim bir şey var, bir boğa keseyim bari böylece istediğim kötü şeyi yapabilirim,” diyorlar. Allah’a rüşvet teklif ediyorlar. Ya da, “para veririm, ya da şöyle şöyle yaparsam tamamdır. İstediğimi yapabilirim çünkü bu kurban sayesinde Allah’ı ayarttım. O zaman yapabilirim,” diyorlar. Hayır, İslam’da tamamen farklıdır. Kaçışınız yoktur. Allah’ı ayartamazsınız. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. Allah, sizin ibadetinize ya da zikrimize bile muhtaç değildir. Peki, neden o zaman Allah, “Kurban edin,” diyor? Ne için yapılıyor o kurban?

Kurban, bizim kendi hakikatimize, bizi yarattığı halimize geri dönmemiz, Halifetullah olmamız, o mesuliyeti taşıyabilenlerden olmamız içindir. Ve onun önüne, bizleri o mesuliyetten alıkoyan şeyler koyuyorsak, Allah (svt), “Olmaz,” diyor, “Bunların hepsine son ver. Çıkar, kes.” Kurban’da keseceğimiz hayvanın manevi manası, fiziksel manasının çok çok çok öt esindedir.

Sadece nefsinizi kesmek değildir, diğer her şeyi, Allah dışındaki her şeyi kesip atmaktır. Hz. İbrahim (as) ve Hz. İsmail (as)’dan aldığımız bu sünneti, kendi ümmetleri bile unuttu, yapmıyorlar. Diyemezsiniz ki, “Kurbanı kesince onlar kendi nefslerini kesmiş oldular,” diyemezsiniz. Hayır. Hz. İbrahim’e (as) en çok sevdiğini, İsmail Aleyhisselam’ı kurban etmesi emri verilmişti. Allah’a itimat ederek İsmail Aleyhisselam babasına:
“Kim daha büyük bir kurban veriyor? Beni kesen sen mi, yoksa hayatını kaybeden ben mi?” demişti. Kim daha büyük kurban veriyor?
İbrahim Aleyhisselam şöyle cevap verdi:

“Ben. Çünkü ben seni çok seviyorum. Baba olmadığın için bir babanın oğluna olan sevgisini anlayamayabilirsin.”

Ancak İsmail Aleyhisselam, “Hayır,” dedi, “Benim verecek tek bir hayatım var. Ve onu da severek Allah rızası için veriyorum. Ancak senin benden sonra başka oğulların da olabilir.”

Bunun üzerine İbrahim Aleyhisselam şöyle dedi:

“Ve onlar bu acıyı dindirebilirler. Ancak benim başka hiçbir şeyim yok.”

Kurban, sadece sahte ilahları kurban etmek, nefsinizi temizleyip nefsinizi kurban etmek değildir.

Hz. İbrahim (as) misaline bakıyoruz, her şeyini Allah (svt) rızası için feda etmiş. Ve bu, kurbanın çok zor, zirve noktalarından biridir.

 

Fakat önceden de söylediğim gibi, Fıtır’dan, Ramazan’dan geçmeden önce, Ramazan tüm günahlarınızı yakar, bizi tertemiz hale getirir ve Fıtır Bayramı’na, saflığın, temizliğin bayramına gireriz. Ancak bundan yetmiş gün sonra kurban vermeniz gerekir.

O saflıkla bile, Allah (svt) buyuruyor:

“Şimdi Bana dönün. Kendinizi Ben’den ayırmayın, Bana dönün,” diyor.

Lebbeyk Allah, huzurundayım,” dediğinde, “Bana gelirken her şeyini geride bırak. Bana sadece ihramını, kefenini temsilen bir parça bezle gel. İhramın, kaftanındır. Aslında senin ölümün, Ben’den başka hiçbir şeyin varolmamasıdır,” diyor.

Allah (svt), “Sizi Kendim için yarattım. Yalnızca Bana geri dönmeniz için yarattım,” dediklerini arıyor. Ve Hz. İbrahim (as)’ın Makamı’ndaki o kişiler, hayatlarında öyle zorluklardan geçerler ki… Ancak kazanacakları cennete bile bakmaz onlar, Rablerine geri dönme k isterler.

Görmüyor musunuz, Peygamber Efendimiz (sav),
“Rabbim’e kavuşmak istiyorum. Ancak ondan sonra Cennete gidebilirim,” demiş. Fark bu işte.

Çoğunluk, “Cennet’e gitmek istiyorum, Cennet’e gitmek istiyorum,” diyor. Ancak Allah’ı sevenler ve Allah’ın da kendilerini sevdiği kulları, “Hayır, ben yalnızca Sen’i istiyorum,” derler. O seviyeye gelmek için vermeniz gereken kurbanları hayal dahi edemeyiz. Birazcık oturup düşünsek, “O vasfa sahip değilim,” deriz. Bu imana sahip olanlar için ise, onlar ne muhteşem mahlûklar diyorum.

Bizler de onları takip ediyoruz inşaallah. Allah aciz hizmetlerimizi kabul etsin.

Selam aleykum ve rahmetullah.

Şeyh Lokman Efendi Hazretleri

Sahibul Sayf Abdulkerim el Kıbrısi Halifesi (ks)

Osmanli Dergâhı, New York

7 Zülkade 1439

21 Temmuz 2018